DOLAR

39,5546$% 0.04

EURO

45,5408% 0.25

STERLİN

53,2081£% 0.19

GRAM ALTIN

4.299,24%0,44

ÇEYREK ALTIN

7.058,00%0,41

İmsak Vakti a 02:00
İzmir AÇIK 34°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Mübâdelenin 100. Yılında: EGE DENİZİ, ÖTESİ VE KEMALPAŞA – 2

Mübâdele, “kanlı” 20. yüzyılın az sayıda beyaz sayfalarından biridir bence. İzmir ve Batı Anadolu’nun işgâli ve sonrasında yaşanan derin acıların sonucunda, birbiri ile komşuluğu bile artık birlikte mümkün ol(a)mayacak iki halk arasında bir “kan davası” meydana gelme(me)esi/ortaya çıkma(ma)sı için atılmış, başarılı bir diplomatik adımdır. Ama öte yandan ve “insanî” açıdan, çok zorlu bir süreçtir…

Bornova doğumlu (1891) Yunan tarihçi Nikau Karara, Türk Ordu birliklerinin Yunan Ordusu’nu yenerek ilerledikleri o günlerin Nif’teki yansımasını şöyle aktarmaktadır: “Nifyo’nun ileri gelenleri ne yapacaklarını düşünmek üzere bir evde toplandılar. Görüşler bölündü. Elbette herkes kendi hayatları ve ailelerinin hayatları için korku içindeydi. Kaçmak zorunda kalsalardı, evlerini ve diğer mallarını nereye bırakacaklardı? Bu, onları zorladı. Daha iyileri ise bu kötü zamanda oradan ayrılmaları ve fırtına geçince de yerlerine dönmeleri gerektiği görüşündeydiler. İnsanlar bundan sonraki büyük yıkımı nasıl düşünebilirlerdi ki?

Ağustos 1922’nin sonlarında, ¬terhis edilen Yunan ordusunun tüm birlikleri İzmir’e doğru giderken Nifyo’dan geçiyordu. Son olarak 2. tümenin kalıntıları geçti ve ayın 26’sında Nikolas Plastiras’e bağlı askerler aynı koordinattan geçti.

Birkaç gün önce İzmir’de akrabaları bulunan Nifliler’in bazıları oradan ayrıldılar. ¬Diğerleri de son umutlarını bağladıkları Plastiras’ın gidişini görünce hemen köyü (yani Nif’i RS) terk ettiler. Hatta canlarını kurtarmak için bir an önce oradan ayrılmalarını bile öğütlediler.

Artık herkes kendini kurtarmak için kaçma hevesine kapılmıştı. Evlerini, çiftliklerini, yataklarını, ekinlerini, hayvanlarını, tüm mal varlıklarını terk ettiler ve yanlarına sadece en değerli şeyleri, parayı ¬ve yedek elbiselerini aldılar. Mümkün olduğunca çabuk İzmir’e ve kıyılarına doğru kaçmaktan başka düşünceleri yoktu.¬”

15 Mayıs 1919 tarihinden sonra başlayan süreçte Rumlar nasıl ki büyük bir gurur ve intikam duygusu, Türkler ise derin bir korku ve endişe içerisindeyse Eylül 1922’ye yaklaşan süreçte de Türkler de doğal olarak büyük bir gurur ve intikam hıncı içerisindedir.

Sakarya Savaşı’ndan sonra Nifli Rumlar ise büyük bir korku, endişe ve panik içindedirler. Türklerin, eski komşularına karşı bu denli nefret duyguları beslemeleri son derece insanî bir durumdur; zira toprakları işgal edilmiş, kendileri tacize uğramış, gasp edilmiş, işkence yapılmış hatta yakınları öldürülmüştü.

Kız kardeşi Yunan askerleri veya Rum çeteciler tarafından taciz edilmiş, tecavüze uğramış; babası, kardeşi ya da ağabeyi Yunanlılar tarafından öldürülmüş bir Türk’ün nefret ve intikam duyguları taşımasından daha doğal ne olabilir ki?

9 Eylül’e giden süreçte Mustafa Kemal Paşa’nın Nifli Türkler için kullandığı ifadeyle “zulüm” ve “teaddi” artık son bulmuş, yenik vaziyetteki Yunan birlikleri de akın akın kaçmaya başlamıştı. Ama arkalarında yanmış yıkılmış bir Anadolu bırakarak… Çünkü Yunan askerleri, Sivrihisar’dan itibaren Afyon’u ve giderek artan dozda Uşak, Ahmetli, Salihli, Turgutlu ve Manisa’yı büyük ölçüde yakmış, ekinleri ateşe vermiş, hayvanları bile itlaf etmişti. Örneğin Manisa ve yakın komşumuz Turgutlu, bir mahallesi dışında neredeyse tamamen yakılmıştı.

9 Eylül 1922’den sonra TBMM’de kurulan “Tahkîk-i Fecâyi” yani “Faciâları Soruşturma” komisyonunun inceleme için bulundukları lokasyonlardan biri de Nif’tir. Bu komisyonda görevli, büyük romancı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, o günleri “Kısmen viran olmuş Nif ilçesinden geçerek Parsa köyüne vardığımız zaman arabamızın etrafını alan Türk köylülerinin bize anlatmaya çalıştıkları hikâyeleri ne kadar farklıydı. Bin iki yüz evli Parsa köyü şimdi yüz evli bir harabedir. Burada yarı çıplak, yarı aç insanlar dolaşıyor. Hepsinin evi yanmış, eşyası yağma edilmiş, hayvanları ellerinden alınmış, çoluk çocuğu katliama uğramıştır. Aralarında kadınlar var ki Yunan askerlerinin alıp götürdüğü kocalarının ölü veya diri olduğundan haberleri yoktur.” şeklinde anlatmaktadır.

Aynı heyette bulunan Falih Rıfkı Atay’ın yazdıkları da yaşanan mezalimi ve acıları tüm çıplaklığıyla ortaya koyan detaylar içermektedir. Falih Rıfkı’nın “Manisa 27 Eylül” tarihli notlarında Sofular [Yiğitler] ve Parsa [Bağyurdu] köylerinde işgal sonrasında bölge halkının içinde bulunduğu durum net biçimde betimlenmektedir: “Bütün şose boyunca sık sık araba, otomobil ve malzeme enkazına tesadüf ediyoruz.

Yollarda insan, at ve deve leşleri nadir değildir. Birçok hendekler kurumuş cesetlerle dolu… Bazen kokuşma yüzünden uzun müddet teneffüs edemiyoruz. Zannedilir ki şahlanmış zafer hâlâ denize doğru koşuyor, her şeyin tozlu ve çiğnenmiş manzarasında öyle sessiz, ürkek bir hal var. Eğer yolumuz hep böyle devam etse istilâ ve cinayetin bu korkunç sefaletine merhamet bile edeceğiz, fakat işte uzaktan, ağaçlar arasında kaybolmuş bir taş ve kerpiç yığınından eskimiş bir yangının kokuları geliyor.

İşte Sofular… Çeşme yalağında bir çocuğa soruyoruz:
-Kaç eviniz yandı?
-Bir mahallemizi yaktılar.
-Kim yaktı?
-Parsa’dan gelen Rumlar yaktı, gâvurun askeri de yağma yaptı. At, sığır hepsini götürdüler.”

Aynı yazıda Falih Rıfkı, Parsa’ya vardıklarında, köylülerin kendisine “Sokakta üç adam bulup öldürdüler. Hiç hayvanımız yok. Bütün paramızı alıp götürdüler. Hıristiyanlar gavur askeriyle beraber gittiler.” dediklerini yazmaktadır.

Parsalı köylülerin Falih Rıfkı’ya “Hıristiyanlar gavur askeriyle beraber gittiler.” diye belirttiği Nifli eski komşuları olan Rumların terk edişi anlatımıyla, Nikau Karara’nın yazdıkları birebir örtüşmektedir. Yunan askerleri ve kötü niyetli Rum komşularının Türklere uyguladığı zulüm, tecavüz, gasp, adam kaçırma ve cinayetlerine; doğal olarak iyi niyetli Rum komşuları da tanıklık etmişti. İlk grup yani “kötü komşular” zaten mimli olarak çoktan Nif’ten kaçma yollarını ararken yine Karara’nın yazdığı gibi “iyi komşular” kendi aralarında gitmek ya da kalmak konusunda tam olarak anlaşamadıkları için ikiye bölünmüşlerdi.

Karara’ya göre “iyi” Rumların başını, Nifyo’nun bilinen isimlerinden olan Doktor Antoniadis çekiyordu. Antoniadis; Hümanist, iyi bir bilim adamı, hem Hıristiyanlar hem de Türkler tarafından sevilen bir şahsiyetti. “Çevredeki bütün Türk köylerinden ¬Türkler Nifyo’ya iner, onu eşeğe bindirip hastalarına götürürlerdi. Türklerin kendisine olan güveninin karakteristik özelliği de ¬buydu: Yunan ordusunun geri çekilmesi sırasında ¬Nifyo’nun ileri gelenleri bir araya gelerek ne yapacaklarını tartıştılar. Çoğu, köyü [Nif’i] terk edip kaçmalarını söyledi. Antoniadis buna karşı çıktı ve onlara ¬Türk köylülerinden korkmaları için hiçbir sebep olmadığını, gerektiğinde mutlaka Türklerin onları koruyacaklarını anlatmaya çalıştı.” Ama olmadı, ol(a)madı çünkü toplumsal barış artık sona ermiş, temeli kan davasına dayalı yeni ve gergin bir süreç başlamıştır.

Anadolu’da yaşayan Rumların göçünü, 9 Eylül öncesinde, 9 Eylül’ü takip eden süreçte ve “Mübâdele” anlaşması sonrasında olmak üzere üç aşamada düşünmek gerekiyor. İlk aşamada gidenlerin ağırlıklı sayıda büyük suçlar işleyen çeteciler ile Yunan Ordusu’na katılan ve bu nedenle öldürülme korkusu yaşayan Rumlar ile onların aile bireyleri olduğu kesin.

15 Mayıs 1919 ile 9 Eylül 1922 tarihleri arasında her iki grubun ya da bireysel insiyakla bazı Rumların komşusu Türklere neler yaptığı taciz, tecavüz, alıkoyma, gasp ve cinayetler büyük ölçüde tam olmasa da -çünkü tam asla olamaz zira bunlar sadece arşive yansıyan kayıtlarla sınırlı- biliniyordu.

İlk aşama, insanî açıdan gerçekten trajiktir. Yiğitler’den 1912 doğumlu Musa Sever, kendi bulunduğu köyü ilk terk eden Rum komşularıyla ilgili “Namuslu olanlar komşularıyla helalleştiler ‘gelmiş geçmiş hakkınızı helal edin’ dediler, öyle gittiler.” bilgisini veriyor ve devamında Rum komşularının gittikleri sırada evlerinin durumunu “hattâ sofraları dahi yaymışlar, evlere giriyoruz, sofra yayılı kalmış, sini kurulu kalmış.” cümleleriyle betimliyor.

O günlerde bir gazeteci olarak Yunan Ordusu’nu önüne katıp yürüyen Türk askerleri ile birlikte hareket eden ve İzmir’in kurtulduğu, Mustafa Kemal’in Nif’te geçirdiği geceyi yine Nif’te geçirerek gözlemlerini yazan Süreyya Sami Berkem, o gün yaşadıklarını, yıllar sonra anılarında, “son durağımız Nif (şimdiki Kemal Paşa) kasabası idi. Mamur bir Rum köyü olduğu her halinden belli. Fakat içinde bir tek insan kalmamıştı. Hepsi Yunan ordusuyla beraber sıvışıp gitmişlerdi. Bu gidiş o kadar ânî olmuş olacak ki her şey yerli yerinde! Evler ve içindeki eşyalar olduğu gibi duruyor. Yalnız ortalıkta insan yok!” diye anlatmaktadır. Berkem’in bunları yaşadığı sırada, Nifli Rumlar, kendilerine yurt bildikleri topraklardan, sofralarında ve sinilerinde Türk komşularının “aş” dediği yemeklerini, bu aşlarına, kaşıklarını ve övünerek kullandıkları çatallarını-bıçaklarını bile bulaştıramadan öylece bırakarak, hiç bilmedikleri bir coğrafyaya doğru, yıllarca kader birliği ettikleri Türk komşularından ayrılmanın kendilerine verdiği derin hüzünle ilerlemekteydiler. Bu aynı zamanda dönüşü hiçbir zaman olamayacak bir yoldu bu ve en acısı da gidenler -içlerinde çok az bir umut da olsa- bir daha asla dönemeyeceklerinin; eski evlerine tekrar kavuşamayacaklarının bilincindeydiler.

Tıpkı Anadolulu diğer soydaşları gibi Rumlar; “kaçmak”, “gitmek” ve Mübâdele sonrasında “göç etmek zorunda kalmak” gibi süreçleri yaşadılar. Bu noktada, ben Selanikli çok büyük bir subayın arkadaşı Salih Bozok’a sorduğu “ne yani biz artık Selanik’i göremeyecek miyiz?” cümlesini ve bu cümledeki derin acıyı hatırlatmak isterim.

Tüm bu yaşananlar, aslında “ortak bir acıydı.” Her iki taraf için de…

KAYNAKLAR: Nimet ALTUNTAŞ, İzmir Kemalpaşa’da Mübadele, Dokuz Eylül Ünv., AİİTE, (yayınlanmamış YL tezi) İzmir 2019; Kemal ARI, Suyun İki Yanı: Mübadele, İstanbul 2016; Süreyya Sami BERKEM, Unutulmuş Günler, İstanbul 1960; Pelin BÖKE, İzmir, 1919-1922 / Tanıklıklar, İstanbul 2006; Nikou KARARA, ΤΟ ΝΥΜΦΑΙΟ (ΝΥΦΙΟ), Atina 1968; Mustafa TURAN, Yunan Mezâlimi 1919-1922, Ankara 2006.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

19 MAYIS 2025-106 YIL SONRA

HIZLI YORUM YAP